10 Mayıs 2010


BİR HAFTASONU BOYLE GECTİ



Persembe aksami kardeslerle yapilan telefon trafigiyle basladi haftasonu...kuzenlerden birinin veletleri sunnet olmus, kutlama dugunune cagrilmaktaymisiz...

Zor geldi önce onca yolu gitmek, memleket yakın ama ruhuma uzak düşmüş, memleket özlenmekte ama yıllar evvel yaşananlar kocaman bir gönül yarası açmış içimde, sevimsiz bir aşk hikayesi gibi uzaklaştırmış ruhum mevcudiyetini...

Tüm direnişlerime rağmen yenik düştüm yine duygusallığa "hadi abla bizde yanında olalım, böyle günler hep yasanmaz" lakırtılarına kulak tıkayamadım gittim...

Dönüş yolunda aile geleneğimizden vazgeçmeden en yakın çorbacıda aldık soluğu, kardeşler bir araya gelince tek düşündüğümüz nerede ne yiyeceğimizdir öyle bastırıyoruz hayata olan açlığımızı buna karar verdik...hatta sevgili Kivi'nin de kulaklarını çınlattık gece boyunca...bir akşam bizim aileyle bir aradayken dönen yemek muhabbetine şahit olmuştu da, "yahuu İstanbul'da nerede ne yenir? nerenin nesi güzel? hep yemek muhabbeti inanılmazsınız" demişti e haklı da, kendisi kuş kadar yemekle yaşayan insan kısmısından olduğundan, bize her gelişinde bir posta mide fesadı geçirir, gaviskon eşliğinde kalan güne devam ederdi garibim...
Annem sağolsun, aile dışı birisini yakalayınca doyurma güdüsü tavan yapar, çatlatana dek yedirir insanı:)

Cuma gününün açlığını da, Ortaköy Kırçiçeği çorbacısında noktaladık gecenin bir yarısı... pek başarılı buldum kendilerini, garsonlar güleryüzlü ve tertemiz abuk sabuk ter kokularına maruz kalmadan lezzetle yiyor insan yemeğini...en kısa sürede çorba dışı nimetlerinden de faydalanasım var...

bu ara, servis yaparken ter kokan garsonları olan mekanları tek tek deşifre edesim var çünkü, işletme müdürü bu işe de bakacak kardeşim, nasıl yaparlar? her birine silah zoruyla duş aldırıp, deodorantlarını kullandırıp, öyle mi servise başlatırlar bilemem ama onca para ödeyip burnumun direği kırılarak yemek yemek istemiyorum yahuu...su var sabun var memlekette en azından şimdilik var...

neyse...

yemek sonrası yetmedi haliyle bana, hazır ev dışındayım Ortaköy'de kardeşlerle kalınacak nostalji yapılacak, "bari içelim" dedik attık kendimizi sahile, birkaç bira sohbet eşliğinde noktaladık geceyi...

Cumartesi sabahı da Ortaköy Çaydanlık'ta nefis bir kahvaltıyla başladık güne çok başarılılar, pek beğendim özlemişim bekarlık mekanımı, evlenmeden önce yıllarımın geçtiği bu yerler de ne kadar yabancı şimdi..oysa o zamanlar tüm kahveler ahbap, tüm garsonlar kanki olmuştu. Değişmiş herşey ama hala Ortaköy'ün bana özel büyüsünü koruyorlar...

Sonrasında evime döndüm, kızlarımı aldık ve Kalamış Parkına gittik hep birlikte, tüm gün mevcut kediler ve köpekler itina ile kovalandı, salıncaklara binildi, kaydıraklardan kayıldı, ben bittim onların enerjisi bitmedi, 3-4 gibi arabalarında 1 saat kestirmelerinden istifade bir kahve-sigara keyfi yaptık fal baktık birbirimize ve akşamın 7'sine dek kaldık parkta, İstedikleri herşeyi yaptılar, koştular, düştüler oynadılar meleklerim gün boyunca...

Eve gelip duşlarını yaptırıp uyuttuktan sonra, çıktık tekrar kızkardeşim ve onun kankisi ile bizim balıkçıya gidelim dedik...bizim balıkçı dememin var bir sebebi, aylar evvel yine Öz'le(kardeşim) birlikte kızları uyuttugumuz bir ctesi aksamı keşfetmiştik mekanımızı, Suadiye de Park Balık diye bir yer...
mezeleri güzel, ortam nefis, hele şimdi terası da açtılar kapanana dek kalkamıyoruz , ödediğimiz her kuruşu da hak ediyorlar...

Hele bir de, bize servis veren bir garsonumuz var, yok böyle bir efendilik , güleryüzlülük kendimizi kraliçe gibi hissediyoruz sayesinde ve her gidişimizde birbirinden ilginç mezeler hazırlatıyor en güzelinden...
Çok anlattım ama valla canı çekenlere derhal ısmarlanır, zaten bu ara iki kişi biraraya gelsek soluğu orada alıyoruz...

Sonrasında, kızlar "hadi dans edelim" diye tutturdular...gençlik başka birşey dicem ya benim de itirazım yok bu fikre hani ama yanlış tarafındayız İstanbul'un...
Anlatamadım Anadolu yakasının bu konuda ne derece yetersiz olduğunu...
Bizim balıkçının tam karşısında Mirror var, hadi dediler gittik gitmesine ama, herkes masalarına gömülmüş içkileri yudumlayıp öylece oturmakta, sadece müzik nefis birisi kalkıp iki kıvırsa adı çıkar sanki hani öylesine mıhlamış millet kendini sandalyelere...kesmez bizi burası dediler çıktık Marina ya bakalım dedim bir bildiğim orası var ama orası da çoluk çocuk hani yok adam gibi dans edilebilecek bir yer..anlattım dinlemediler gittik... Ertekin diye bir yer müzik bangır bangır ama içerisi full kimseyi almıyorlar Murphies var en sonunda hadi oraya da bakalım dedik bir kalabalık ki, değil dans etmek ayakta durmak mümkün değil... çıktık hadi Divan'da kahve içelim dediler saat gecenin 1 'i bahçe tıklım tıklım insan kaynıyor kapıdakiler, "alamayız sizi servisimiz kapandı" dediler.. "kardeşim bahçede en az var bi 300 kişi hadi şimdi kalkın gidin desen boşalması 1 saat sürer, çok mu zor bir kahve servisi yapmak" dedim dinletemedim..bir de set oluşturdular önümüzde hani gören 3 hatun zorla adamları döve döve gireceğiz sanır...inanamadım nasıl bir işletme mantığıdır bir yaz gecesi saat 1 de kahve vermek ne derece güçtür bilemedik...

Koskaca Divan'a hic yakistiramadik bu tavri ve derhal yönetimi bilgilendirmeye karar vererek ayrıldık.


Bir hafta sonu da böyle geçti...