1 Aralık 2010

ANJELIKA AKBAR - LOVE (edit)




Bu aksam kendime bir güzellik yapip Alex Vartman'ın Satsang-Sebepsiz yere mutlu olmak seminerine katildim...

hani benim gibi mutlu olmak için sebepleri varken dahi mutlu olmayı beceremeyen bir kımıl zararlisina bile iyi geldi ve yeni birseyler ögrendim...

ama esas ögrendiklerimizi hayata geçirebilmekte ya mesele bakalim bunu ne kadar uygulayabilecegim...

hep dışarlarda bir yerlerde veya birilerinde aradiğimiz tum mutlulugun aslinda sadece içimize bakarak göreceğimiz kadar yakinimizda olduguydu konu...

bu kadar basit olunca bunyeye ters geliyor haliyle... alişmiş ya debelenmeye idrak edemiyor ama 10 dakikalik bir içe donus meditasyonu bile yeterliymiş meğer...

hatta eve donunce tekrar bile ettim ki bu benim gibi maymun iştahlı birisi için başarı olarak nitelendirilebilir...

Pek keyifliydi...

29 Kasım 2010

Nereye Böyle (Nazan Öncel)

Anlamadan, dinlemeden nereye boyle...

Hani Nazan Oncel'in bir sarkisi vardir ya Tarkan da düet yapar ...
Çok sevdigim sarkilardan biri ...
Anlamadan dinlemeden son sözümü söylemeden nereye böyle...
Sözlerindeki anlama da doyamam muziğine de...
Dünden beri dilimde bu sarki sanki su an yasadiklarimi söylüyor.
Öylesine ben ki...
En sevdiklerimden birisi tarafindan silindim dün, sildiği basit bir internet sitesi belki ama hayatimdan da gidişinin habercisi...
Oysa aklimda hep bir yerlerde, bir şekilde konuşmayı becerebilmek vardi ve ondandı bu zamana birakma...
Sadece zaman lazim diyordum biraz durulsun herşey konuşulur halledilir yanlış anlaşılmalar nasılsa...
Bunca yaşanmışlık bu kadar çabuk bitmezdi, bitemezdi...
Doğrusu budur diye düşünmüştüm...
Birbirimize biraz zaman verirsek daha sakin bakariz olana bitene...
Oysa ki bitmiş çoktan...

21 Ekim 2010

Portakali soydum, başucuma koydum...

şimdi benim aslinda öncelikle şu ellerimi yemekten vazgecmem lazim...
kızlar büyümeden deyip duruyorum ya , büyüdüler artık saka maka 3 yasinda oldu benim kaymakli kurabiyelerim ve haftanin 2 günü oyun grubuna başladik...daha çok yeni ama şimdiden orada söylenen şarkilari mirildaniyor olmalari hoşuma gitti..

ama ben hala ellerini kemiren anne, gecen anaokulunda cebime sakladim ellerimi utancimdan oyle çok yemisim ki, kan icindeydi parmaklarım....hani birisi görse, ' nedir bu kadinin manyakliği acaba' diye düşünür haliyle.. sahi nedir bu vampirliğimin sebebi ? deli olucam... bir şeylere kafayi takmaya göreyim, aninda başliyorum kendimi kemirmeye...kendine guvensizlik diyen de, oldu içindeki ofkeyi dışa vuruş şeklidir diyen de... onca kendini bilme, farkindalik kitabi filan okudum ve hala da okumaktayim sözde ama, daha kitap bitmeden uçuveriyor altini çizip de yapicam bunlari dediğim şeyler...

ama yok hala o acelesi olan tavşan kosusturmaları..gecen bir arkadasim, ' hep böyle panik ve telaşli misindir?' dedi. Önce biraz bozuldum, ama bu ara bu tarz söylenen sözlere veya tavirlara bozulma emareleri gösteren konuların da iyice içine giriyorum...'neden bozuldum şimdi neydi hissettiğim duygu' diye... bunu da okudum bir yerlerde, bir kitapta daha doğrusu diyor ki; eleştirdiginiz veya eleştirildiğiniz ne varsa o duygunun içine girin ve anlamaya çalişin... giriyorum da, çikabilene aşk olsun. her birşeyin içinden çıkmayi başardim da bunlar kusur kaldi pek hayirli görmüyorum sonumu ya hayirlisi...

aslinda bende oldum olası var bu maymun iştahlilik ama artik bir değişsem yahu anne oldum yaaa...ne kadar anne olabildiysem bu da ayri bir tartişma konusu aslinda...bu ara hiç mennun değilim anneliğimden... şimdi şu yazdiklarimi buraya kadar okuyanlar bana 'kendini sevme' terapisi önerecekler eminim ...neresinden başlasam elimde kaliyor ellerimde de hayir birakmamişim ki...

otur meditasyon yap diyen arkadaşlarim şuncacik yazamadiklarimda bile nasil da daldan dala atladiğimi görür de anlar mi acep zihnimdeki koşuşturan tavşanin kargaşasini...her bir soruya buradan karşilik vermiş olayim da tekrar kafa ütülemesinler derdindeyim ya ütüleyecekler nasilsa:)

boyle işte..

imla kurallariyla oldum olasi yok aram ondan böyle ikide birde üç nokta yanyana koyup geçiştiriyorum ...virgülün , noktanin yerini bir gün öğrenicem elbet ama artik bunu anlamaya çalişmaktan da çok sıkıldım...oysa kitap okurken filan çok da dikkat ediyorum ama uygulama sifir...bir arkadaşim burada yazdiklarimi düzeltip bana geri yolluyordu bir ara görür de ders alirim diye... bakti benden bir halt olmayacak vazgeçti...iyi de zaten o şekil yazmaya çalişsam bu kadar döktüremem ki uçar , kaçar kelimeler aklimdan...

ve anladim ki, (ki den sonra virgül var hatirliyorum bir yerlerden ama bu ki o ki mi Allah kerim) Okul yillarinda tökezlediğim tüm derslerden hayatim boynca kalmişim da, haberim yok galiba ya da artık var:) (yaşasin bak bunun da farkindayim aferin bana otur 5:)

ingilizce konusu da öyle, asla tastamam olamamiş bir parçasi hayatimin ... ondan da kalmiştim bir dönem okuldayken...sonrasinda da silmişim gitmiş ...hoş bunu fark edeli beri düzeltmeye çalişiyorum ama nafile....

şu farkindalik mevzusu da bir acayip, oldukça da kazik bir konu ...önce neden ben böyle yapiyorum ya da hissediyorum diye debeleniyorsun ve bulabiliyorsun da, sebebini ama ya sonrasini çöz çözebilirsen....şuncacik yazidan çıkan dersler:)ellerini yememeyi çöz,
imla kurallarini öğren,
ingilizceyi hallet,
kendini sev, kendine bu kadar sövme filan listeye bak...
şu üç nokta yanyanayi kim bulduysa Allah razi olsun bu arada onu da yanliş kullandiğima adim gibi eminim ya boşverrr:)


Kizlarim, kurabiye hanimlarim, Pazar akşamindan beri hastalar ...bir kusma, bir ateş bugün biraz toparladilar gibi de, bunca uykusuzluğa kendime vakit ayirmak adina bende iki satir yazayim dedim...

eskiden bu blogda birseyler yazarken daha bir özenir ve beğenilsin isterdim nedense? birileri keşfedecek de köşe yazari mi yapacak sandim acep? hani eskiden her banyoda şarki söyleyen kendini Unkapani plakçilarda kaset çikartirken hayal ederdi ya...tamam bende yaptim itiraf ediyorum:)

köşe yazari olabileceğimi de sanmışımdır,vardir öyle abuk hayallerim ..ama şimdi farkina vardim ki (amma çok şeyin farkina varmişim be kardeşim) içimden geçenleri yazip rahatlamaksa amaç, en azindan benim için öyle, yaziyim gitsin...yoksa aman bunu da saçma yazmişim deyip deyip ayirdiklarimdan bir kitap çıkacak..blog da amacini kaybetti kaybedecek...hani kizlarin gelişimi ve başima gelen halleri güncel tutma çabasiydi maksat...

aslinda ben bu ara bir dış hatlar terminaline kadar bile gitmeyi becerebilsem iyi gelecek ...
nasil bir kacip gidesim var anlatilasi degil, iş hatlar terminali bile olabilir ...hoş pasaportunda süresi bitmiş durumda hani , oturup sabah akşam hayal kursam eldeki maddiyatla ancak pasaport idaresine kadar gidebilirim gibi gözükmekte ya olsun...

arada kullandiğim virgüller filan tamamen atmasyon hani belki denk getirmişimdir dedim:)

böyle işte bendeki dumur haller...

fena yani , kafada kalan son keçiler de Exit nerede diye bakinmakta:)

25 Ağustos 2010

Şaka gibi...

Bu blogu yazamayali oldu bir sure, uzunca bir sure hemde..
sebebi, Sirdela adina takintili bir manyak tarafindan tacize ugrayip hacklenmesi miydi anlamadim... cunku cok uzun zamandir giremiyordum ne mailime ne de bloga derken bu sabah bir deniyim dedim ve burdayim...inanamiyorum ...bu ismi tamamen ben uydurdum sanirdim oysa simdi google dan aratinca bir suru bisiy cikiyor anlayamadigim...

neyse bir daha olmamasi temennisiyle simdilik dokturebildigimce doktureyim bari...

son yazdigim yaziya baktim once soyle bir de...zaman şaka gibi gerçekten ucu sonu belirsiz anladik da, acelesi ne onu algilayabilmis degilim ...bu kadar hizli akip gitmesindeki sebep nedir? Tabakhaneyle bir alakasi var midir?gibi aptal sorular ususuyor kafama

bu ara pek anlamli seyler pek gelmiyor aslinda biraz kafayi yemis bir halde olmamdan belki de...

bilmem kacinci yardimci kadini da gonderdikten ve 3 haftadir kizlarla bir basima evde bogusmaktandir herhal ya da, ben hayatimda ilk defa SABIR denen kelimeyi iliklerime kadar hissederek yasadigimdandır bilmiyorum ama kizlar dogmadan once birileri su an becerebildiklerimden bahsetmeye kalksa sıkı bir sopa yerdi tarafimdan..aklini mi kacirdin? diye girer neresinden cikardim allah bilir...

cok yorgunum, bir o kadar da ümitsiz..ümitsizligim adam gibi bir kadin bulamamakla alakali aslinda ama hepsini 9.8 rihter olceginde sarstigindan en baskosesinde ruhsal dumurumun...

her sabah ayni bildik tanidik dolap beygirinin etrafinda donmeye baslayip aksam 9 a kadar devam eden bir hayatim var su ara..

tek tesellim kizlarin keyifli ve saglikli olmalari...

haa bir de, bunca manyakligima ragmen su gunleri herhangi bir antidepresan kullanmadan gecirebiliyor olmam...kim kime ne geciriyor cok anlasilmasa da bu da bir avuntu iste...

boyle yani

pek yakinda hayata donebilmeyi arzu ediyor muyum onu da bilmiyorum aslinda...

birilerine laf anlatmadan gecen bu gunler oldukca yorucu ama hic tanimadigin birisiyle tum gunu bir evde gecirmekle karsilastirdigimda, ne neyin neresinde kaliyor artik algilayamiyorum...

dag gibi ütüyü yaparken ya da ev, temizlerken, birisi su isleri hallediyordu ne guzel dedigim olmuyor degil ama sonra sacma detaylarla tum gun dilimin sistigi geliyor aklima duruyorum....

bu boyle gitmez illaki birileri bulunacak cunku kapasitesizligimi gayet iyi biliyorum ama su yardimci olamayan kadinlarla olmaktan bayagi bir gina gelmis durumda...

Gulcan'i cok ozluyorum 1 yila yakin bizimle olup kizlarla da muhtesem vakit geciren ve bana da soluk aldiran guzel kadinimi...hatta tekrar calisabilmeyi bile dusunmustum o varken ama yok artik..

iste boyle...
yazacak oyle cok sey vak ki aslinda ama simdilik boyle bir dokulesim geldi...iyi de geldi aslinda ozlemisim dokturmeyi...

10 Mayıs 2010


BİR HAFTASONU BOYLE GECTİ



Persembe aksami kardeslerle yapilan telefon trafigiyle basladi haftasonu...kuzenlerden birinin veletleri sunnet olmus, kutlama dugunune cagrilmaktaymisiz...

Zor geldi önce onca yolu gitmek, memleket yakın ama ruhuma uzak düşmüş, memleket özlenmekte ama yıllar evvel yaşananlar kocaman bir gönül yarası açmış içimde, sevimsiz bir aşk hikayesi gibi uzaklaştırmış ruhum mevcudiyetini...

Tüm direnişlerime rağmen yenik düştüm yine duygusallığa "hadi abla bizde yanında olalım, böyle günler hep yasanmaz" lakırtılarına kulak tıkayamadım gittim...

Dönüş yolunda aile geleneğimizden vazgeçmeden en yakın çorbacıda aldık soluğu, kardeşler bir araya gelince tek düşündüğümüz nerede ne yiyeceğimizdir öyle bastırıyoruz hayata olan açlığımızı buna karar verdik...hatta sevgili Kivi'nin de kulaklarını çınlattık gece boyunca...bir akşam bizim aileyle bir aradayken dönen yemek muhabbetine şahit olmuştu da, "yahuu İstanbul'da nerede ne yenir? nerenin nesi güzel? hep yemek muhabbeti inanılmazsınız" demişti e haklı da, kendisi kuş kadar yemekle yaşayan insan kısmısından olduğundan, bize her gelişinde bir posta mide fesadı geçirir, gaviskon eşliğinde kalan güne devam ederdi garibim...
Annem sağolsun, aile dışı birisini yakalayınca doyurma güdüsü tavan yapar, çatlatana dek yedirir insanı:)

Cuma gününün açlığını da, Ortaköy Kırçiçeği çorbacısında noktaladık gecenin bir yarısı... pek başarılı buldum kendilerini, garsonlar güleryüzlü ve tertemiz abuk sabuk ter kokularına maruz kalmadan lezzetle yiyor insan yemeğini...en kısa sürede çorba dışı nimetlerinden de faydalanasım var...

bu ara, servis yaparken ter kokan garsonları olan mekanları tek tek deşifre edesim var çünkü, işletme müdürü bu işe de bakacak kardeşim, nasıl yaparlar? her birine silah zoruyla duş aldırıp, deodorantlarını kullandırıp, öyle mi servise başlatırlar bilemem ama onca para ödeyip burnumun direği kırılarak yemek yemek istemiyorum yahuu...su var sabun var memlekette en azından şimdilik var...

neyse...

yemek sonrası yetmedi haliyle bana, hazır ev dışındayım Ortaköy'de kardeşlerle kalınacak nostalji yapılacak, "bari içelim" dedik attık kendimizi sahile, birkaç bira sohbet eşliğinde noktaladık geceyi...

Cumartesi sabahı da Ortaköy Çaydanlık'ta nefis bir kahvaltıyla başladık güne çok başarılılar, pek beğendim özlemişim bekarlık mekanımı, evlenmeden önce yıllarımın geçtiği bu yerler de ne kadar yabancı şimdi..oysa o zamanlar tüm kahveler ahbap, tüm garsonlar kanki olmuştu. Değişmiş herşey ama hala Ortaköy'ün bana özel büyüsünü koruyorlar...

Sonrasında evime döndüm, kızlarımı aldık ve Kalamış Parkına gittik hep birlikte, tüm gün mevcut kediler ve köpekler itina ile kovalandı, salıncaklara binildi, kaydıraklardan kayıldı, ben bittim onların enerjisi bitmedi, 3-4 gibi arabalarında 1 saat kestirmelerinden istifade bir kahve-sigara keyfi yaptık fal baktık birbirimize ve akşamın 7'sine dek kaldık parkta, İstedikleri herşeyi yaptılar, koştular, düştüler oynadılar meleklerim gün boyunca...

Eve gelip duşlarını yaptırıp uyuttuktan sonra, çıktık tekrar kızkardeşim ve onun kankisi ile bizim balıkçıya gidelim dedik...bizim balıkçı dememin var bir sebebi, aylar evvel yine Öz'le(kardeşim) birlikte kızları uyuttugumuz bir ctesi aksamı keşfetmiştik mekanımızı, Suadiye de Park Balık diye bir yer...
mezeleri güzel, ortam nefis, hele şimdi terası da açtılar kapanana dek kalkamıyoruz , ödediğimiz her kuruşu da hak ediyorlar...

Hele bir de, bize servis veren bir garsonumuz var, yok böyle bir efendilik , güleryüzlülük kendimizi kraliçe gibi hissediyoruz sayesinde ve her gidişimizde birbirinden ilginç mezeler hazırlatıyor en güzelinden...
Çok anlattım ama valla canı çekenlere derhal ısmarlanır, zaten bu ara iki kişi biraraya gelsek soluğu orada alıyoruz...

Sonrasında, kızlar "hadi dans edelim" diye tutturdular...gençlik başka birşey dicem ya benim de itirazım yok bu fikre hani ama yanlış tarafındayız İstanbul'un...
Anlatamadım Anadolu yakasının bu konuda ne derece yetersiz olduğunu...
Bizim balıkçının tam karşısında Mirror var, hadi dediler gittik gitmesine ama, herkes masalarına gömülmüş içkileri yudumlayıp öylece oturmakta, sadece müzik nefis birisi kalkıp iki kıvırsa adı çıkar sanki hani öylesine mıhlamış millet kendini sandalyelere...kesmez bizi burası dediler çıktık Marina ya bakalım dedim bir bildiğim orası var ama orası da çoluk çocuk hani yok adam gibi dans edilebilecek bir yer..anlattım dinlemediler gittik... Ertekin diye bir yer müzik bangır bangır ama içerisi full kimseyi almıyorlar Murphies var en sonunda hadi oraya da bakalım dedik bir kalabalık ki, değil dans etmek ayakta durmak mümkün değil... çıktık hadi Divan'da kahve içelim dediler saat gecenin 1 'i bahçe tıklım tıklım insan kaynıyor kapıdakiler, "alamayız sizi servisimiz kapandı" dediler.. "kardeşim bahçede en az var bi 300 kişi hadi şimdi kalkın gidin desen boşalması 1 saat sürer, çok mu zor bir kahve servisi yapmak" dedim dinletemedim..bir de set oluşturdular önümüzde hani gören 3 hatun zorla adamları döve döve gireceğiz sanır...inanamadım nasıl bir işletme mantığıdır bir yaz gecesi saat 1 de kahve vermek ne derece güçtür bilemedik...

Koskaca Divan'a hic yakistiramadik bu tavri ve derhal yönetimi bilgilendirmeye karar vererek ayrıldık.


Bir hafta sonu da böyle geçti...